ŞARTLI SALIVERME
ŞARTLI SALIVERME



Bilindiği üzere, 4616 sayılı “23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla Salıvermeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun” Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce 08.12.2000 tarihinde kabul edilmiştir. Bu yasa ile; kapsam dışında bırakılanlar hariç, 23 Nisan 1999 tarihinde önce işlenen suçlar hakkında ceza davası açılamamakta, açılmış olanlar ise ertelenmektedir. Ancak yasa yürürlüğe girmeden önce, Cumhurbaşkanı tarafından incelenmiş, hukuk devleti ilkesine ve eşitliğe aykırı olduğu gerekçesi ile, Anayasa’nın 104. maddesi uyarınca Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce bir kez daha görüşülmek üzere geri gönderilmiştir. Cumhurbaşkanı’nın geri gönderme gerekçeleri özetle şu şekildedir:

“Anayasa’nın 87. maddesinde, 14. maddedeki eylemlerden dolayı hüküm giyenler ayrık olmak üzere, genel ve özel af ilanına karar vermek yetkisinin Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne ilişkin olduğu belirtilmiştir. Affın kapsamını belirlemek, kimi suçları işleyenleri aftan yararlandırırken, kimilerini ayrık tutmak ya da daha az yararlandırmak yasa koyucunun takdirine bırakılmıştır. Ancak, bu yetki kullanılırken, Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan “toplumun huzuru”, “adalet anlayışı” ve “hukuk devleti” kavramlarının ve herkesin yasalar önünde eşit olup, kimseye ayrıcalık tanınamayacağı ilkesinin gözden uzak tutulmaması, affın, adil ve dengeli sonuçlar vermesine, suçtan zarar görenlerin olabildiğince incitilmemesine ve yapılan düzenlemenin Anayasa’ya uygun olmasına özen gösterilmesi gerekmektedir.

Yasa’da kapsam dışında bırakılanlar yönünden nasıl bir ölçüt kullanıldığı ya da değerlendirme yapıldığı saptanamamıştır. Yapılan incelemede, ceza süresi, hukuksal yarar, ihlal edilen değer ve konu yönünden bir sıralama ya da tercih ölçütüne rastlanılamamıştır. Böylece, Yasa’da hukuk devleti ve eşitlik ilkesine aykırı düzenlemelere yer verilmiştir.

………………………….. Yasa, Anayasa’nın eşitlik ilkesine, hukuka, adalete, toplum huzurunu sağlamaya yönelik değildir ve toplum vicdanını incitecek içeriktedir. Cezaevlerinin mevcudunun azaltılması gibi hukuksal değerden yoksun düşüncelerle af yetkisinin kullanılması, toplumda adalete ve yasalara duyulan güveni azaltır.Böyle bir yasanın yayımlanması “Devletin temeli adalettir” inancını yok edecek, toplum düzenini bozacak ve yurttaşların adalete olan güvenini sarsacaktır.” 

Geri gönderilen yasa, TBMM.nce aynen kabul edilmiş ve Cumhurbaşkanı’nın imzalamasıyla resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 

Cumhurbaşkanlığı makamının geri gönderme gerekçesinde de açıkça belirtildiği üzere, hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmayan ve eşitlik kuralını zedeleyen kanun, hasta hakları açısından da olumsuz sonuçların doğmasına neden olmuştur. Tıbbi uygulama hataları nedeniyle açılan ceza davaları bu kanunun kapsamına girmekte ve davalar ertelenmektedir. Oysa gerek uluslararası bildirgelerde, gerekse konu ile ilgili düzenlemelerde belirtildiği üzere “başvuru/şikayet hakkı” en temel insan haklarından biridir. Bu hak, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde korunma altına alınmış ve şu şekilde düzenlenmiştir: 

“Herkes, haklarının ve yükümlülüklerinin veya kendisine yöneltilen herhangi bir suçlamanın saptanmasında, tam bir eşitlikle davasının bağımsız ve tarafsız mahkemece adil bir şekilde ve açık olarak görülmesi hakkına sahiptir.” 

Ülkemiz mevzuatına bakıldığında, bu konuda en genel düzenleme 1982 Anayasasının 36. Maddesinde yer almaktadır. “Hak arama hürriyeti” başlıklı maddenin metni şu şekildedir: 

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.” 

Konuya Hasta Hakları özelinde bakıldığında ise; karşımıza Hasta Hakları Yönetmeliği’nin, “Müracaat, şikayet ve dava hakkı” başlıklı 42. Maddesi çıkmaktadır: 

“Hastanın ve hasta ile ilgili bulunanların, hasta haklarının ihlali halinde, mevzuat çerçevesinde her türlü müracaat, şikayet ve dava hakları vardır.” 

Ne var ki, bir hakkın kabul edilmesi yeterli değildir. Önemli olan, devletin, hakkın sağlıklı ve etkili kullanımını sağlayıcı uygun önlemleri almasıdır. Ancak söz konusu kanun ile, mağdur olduğunu düşünen hastaların, ceza mahkemeleri önünde haklarını aramaları engellenmiş, bir anlamda “başvuru” hakkı rafa kaldırılmıştır. 

Bugün, farklı yasalar içerisinde ve son alarak da Hasta Hakları Yönetmeliğinde sayılan hasta haklarının korunmasında, en etkili mekanizmalardan biri olan adli yargının, dolayısıyla dava açma hakkının bir şekilde engellenmesi, uluslararası alanda kabul edilmiş “ADİL VE DOĞRU YARGILANMA HAKKI” nı da ihlal etmektedir. Burada ‘Adil’ sözcüğünün anlamı, adalete uygunluktur. Yargılama, adalete uygun bir biçimde yürütüldüğü ve bitirildiği taktirde ‘adalet tecelli edecektir’. Yani bir yargılama, ancak hukukun genel ilkelerine uygun olarak Başlatılır, Yürütülür ve Bitirilir ise, adil ve doğru yargılanmadan söz edilebilecektir. Oysa kabul edilen “erteleme kanunu” ile, başlatılan davaların bitirilebilmeleri, dolayısıyla mağdur kişiyi ve toplumu tatmin edecek bir sonucun ortaya çıkması, sosyal adaletin sağlanması mümkün olmamaktadır. 

Bu genel ilke, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde de koruma altına alınmıştır. Sözleşmenin konu ile ilgili 6. Maddesi şu şekildedir: “Herkes, gerek medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili anlaşmazlıkların çözümlenmesi, gerek kendisine yöneltilen herhangi bir suçlamanın karara bağlanması konusunda, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, davasının makul bir süre içinde adil ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir.” 

Ülkemiz bu sözleşmeyi ve protokollerini imzalayarak, hukuken sorumlu bir “Taraf Devlet” statüsünü kazanmıştır. Yine bilindiği üzere, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, diğer uluslararası sözleşmelerden farklı olarak, düzenlediği hak ve hürriyetlerin korunmasını sağlamak amacıyla etkili bir denetim mekanizması getirmiştir. Sözleşmedeki hakların ihlal edildiğini düşünen taraf devlet veya onun vatandaşı, bireysel olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (Divan) başvurabilmektedir. Bu durumda, mağdur olduğunu düşünen ve bu nedenle ceza davası açmış bulunan hasta ve yakınları, “erteleme kanunu”nun, adil yargılanma haklarını ihlal ettiği gerekçesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurabileceklerdir. Ancak, ulusal üstü statüsü olan Mahkemeye başvurmak bir takım şartlara bağlanmıştır. 

Mahkemeye başvurabilmek için önce iç hukuk yollarının tüketilmesi gerekir. Adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini belirttiğimiz erteleme kanunu, bizzat iç hukuk yollarının tüketilmesini engeller mahiyettedir. Bu kanun aleyhine başvurulabilecek tek kanun yolu Anayasa Mahkemesine yapılacak iptal başvurusudur. Ancak Anayasa Mahkemesi, bazı istisnalar dışında kişileri yargılamakla görevli ve yetkili bir ilk ve son derece mahkemesi olmadığından, iç hukuk bakımından tüketilmesi gerekli bir yol değildir. Ne var ki, bireylerin bir yargılama sırasında, anayasaya aykırılık iddiasında bulunma hakları olduğu için, Anayasa Mahkemesi’nin tüketilmesi gerekli bir iç hukuk yolu olduğu iddia edilebilir. Ancak Avrupa İnsan Hakları Komisyonu, 1989 yılında Türkiye’den yapılan bir başvuruda, Yağcı ve Sargın davasında konuyu tartışmış ve bireylerin Mahkemeye doğrudan anayasaya aykırılık iddiasında bulunma hakları olmadığı için, Anayasa Mahkemesinin tüketilmesi gerekli bir iç hukuk yolu olamayacağına karar vermiştir. 

İnsan Hakları Mahkemesine başvurma şartlarından biri de süre şartıdır. Sözleşme, meydana gelen bir olay sebebi ile ihlal edilmiş ise bu olayın meydana geldiği tarihten itibaren, Sözleşme ulusal makamların verdikleri bir karar nedeniyle ihlal edilmişse son karardan itibaren, ALTI AY içinde mahkemeye başvurmalıdır. Dolayısıyla, “erteleme kanunu” aleyhinde İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuracak kişiler, söz konusu kanun sebebi ile açtıkları davarda erteleme kararı verildiği tarihten itibaren 6 ay içinde başvuruda bulunmalıdırlar. Aksi taktirde başvuru haklarını kaybedecekler, bir başkasının açtığı davanın sonuçlarından da faydalanamayacaklardır. Çünkü, Mahkeme’nin, bir yasa veya yönetmelik hükmünü iptal yada bir idari işlemi kaldırma gibi yetkileri yoktur. Mahkeme, Sözleşmenin ihlal edildiğini tespit ve adil karşılık (tazminat ve masraflar) dışında, Devlete talimat niteliğinde hüküm veremez. Dolayısıyla herkesin açtığı dava kendisi açısından sonuçlar doğuracak, kanunun iptal edilmesini sağlamayacağı için diğer kimselerin bundan yararlanmaları söz konusu olmayacaktır. 

Mahkemeye bir dilekçe ve gerekli belgelerin fotokopilerin gönderilmesi ile başvurulabilmektedir. Başvurular Türkçe yapılabilir. Ancak, Mahkemenin resmi dili olan İngilizce veya Fransızca olması, çeviri vb. gecikmeleri engelleyecektir. Yine başvuruda bulunacak kişi başvuru harcı ödemeyecektir. 

Mahkeme’nin adresi: European Court of Human Rights, Council of Europe, F-67075, STRASBOURG CEDEX, FRANCE. Bu adrese başvuru dilekçesini ve ilgili belgelerin fotokopisi, iadeli taahhütlü posta ile göndermek yeterlidir. Matbu dilekçe formu derneğimizden temin edilebilir. 

Yukarıda yapılan açıklamaların ışığı altında, Hasta ve Hasta Yakını Hakları Derneği olarak, “erteleme yasası” ile, en temel hasta haklarından biri olan başvuru ve şikayet hakkının ihlal edildiğinin altını çizerek, aynı zamanda böyle bir sonucun, adil yargılanma ilkesini zedelediğini belirterek, söz konusu uygulamanın yanlışlığını işaret ediyoruz. Tüzüğümüzde yer alan amaçlar ve halkı aydınlatma görevimizin bilinci ile, ulusal alanda takip olanağı kalmayan başvuru ve şikayet hakkının, ulusal üstü mahkemelerde sürdürülebileceğini duyuruyor, 6 aylık zaman kısıtlaması nedeniyle, gecikmeden başvuruların yapılması konusunda ilgileri uyarıyor, konuyu kamuoyunun dikkatine sunuyoruz. 

 

Anasayfa  |  Hesap Numaralarımız  |  İletişim

Copyright 1997-2020 www.hayad.org.tr Tüm hakları saklıdır.